Yemek menüsünün yanında gelen biletin son kullanma tarihine iki gün kala sinema gişesinin önünde dertli dertli dururken tek seçeneğim Delibal. Menü biletleriyle 3D filmlere girilemediğinden vizyondaki filmlerin büyük kısmı listenin dışında kalıyor ve kendimi afişinde ‘kendine iyi bak çünkü ben beceremedim’ yazan bir filme bilet alırken buluyorum.

delibal

İtiraf etmek gerekirse yerli filmlere olan ön yargımdan dolayı ayaklarım geri geri gitse de bir yandan heyecanlıyım. Sekiz numaralı salonumuzda film başlamak üzeredir anansuyla birlikte yerime geçip oturuyorum ve yaklaşık 45 dakika sonra Delibal başlıyor, öncesi reklam.

İlk sahnede Çağatay Ulusoy anlamsız saç modeliyle bir yamaç kenarında, rüzgara karşı sigara tüttürüyor. İlk derin iç çekişim işte tam da bu ana denk geliyor. Merak etmeyin filmin tamamını anlatmayacağım bu sahne fragmanda da var.

delibal

Yabancı romantik komedilere aşinalığınız varsa hiçbir orjinal tarafını bulamayacağızın garantisini vermekle beraber yakın çekimlerine ve ışığına bayıldığımı itiraf etmek durumundayım. Yakın çekim demişken başrollere yapılan flash tattooların yakın çekimde pırıl pırıl parlaması şahaneydi doğrusu.

Tamamen yabancı film ve dizilerdeki olaylar baz alınarak David yerine Barış, Alice yerine Füsun koymakla yerli film olmuyor. Türk filmlerinde adı geçmemiş bir hastalığı kilit noktası haline getiren hikaye nereden bakılırsa bakılsın ‘özenti’ olmaktan kurtulamıyor. Oyunculara ve yönetmene yazık edildiğini düşündüğümü belirterek sözlerimi bitirirken bundan çok daha kötü Hollywood filmleri izlediğimi de eklemek istiyorum. Yerli sinema sana güvenim tam, çevrene güvenmiyorum.

Leave a Reply