Denizli internette gördüğüm Türkiye’nin Maldivleri haberiyle gidilmesi gereken şehirler listesindeki yerini aldı. Aylarca herkese Salda Gölü’nü anlatıp fotoğraflarını gösterdikten sonra Pegasus beklenen indirimi yaptı ve biletleri aldık. İstanbul gidiş dönüş kişi başı 60 liraya gelen biletlerin ardından gezi tarihini beklemek kaldı. Son ana kadar gezi rotası çıkarmasak da gitmek istediğimiz her yeri gezip görme şansı bulduk.
Uçaktan iner inmez ilk durağımız görmek için sabırsızlandığım Salda Gölü oldu. Henüz inşaat halinde olan milli parkın restoran kısmı inşaat halinde olsa da girişte herhangi bir sorun yaşanmıyor. Tertemiz tuvaletleri, mescit ve uygun fiyatlı büfesiyle hizmet veren parkın arabalı giriş ücreti 10 lira. Öğleden sonra dayanılmaz hale gelen rüzgara rağmen Salda saatlerce oturup izlenebilecek bir doğa harikası. Park sert hava şartlarından dolayı erken kapatıldığı için gittiğimiz kamp alanında kiralanabilen çadırlar ve bungalov evler olsa da hijyen koşullarından dolayı es geçmekte fayda var. Abdest alınamayacak kadar pis ve dar olan tuvaletlerinde sürünmeye değmediği gibi alan sınırlarında yer alan meyhane de islami açıdan ideal sayılmaz.
Salda Gölü’nde maviye ve soğuğa doyduktan sonra Pamukkale’ye geçtik ve aynı alanın girişinde yer alan Hierapolis’i gezdik. Pamukkale giriş ücreti 35 lira ama müze kart sahiplerinden ücret talep edilmiyor. Bu yüzden siz de bizim gibi giriş kısmındaki Müzekart gişesinde öğrenci kimliği ya da akbili göstererek 20 liraya Müzekart sahibi olabilirsiniz. 1 yıl boyunca geçerli olan Müzekart hemen hemen her şehirde müze ve ören yerlerinde ücretsiz giriş sağladığından fırsatı değerlendirmekte fayda var.
Kaç kez görülürse görülsün her defasında insanı büyüleyen Pamukkale ise Denizli denince akla gelen ilk adres olarak sayısız ziyaretçiyi ağırlamaya devam ediyor. Ayakkabı ve çorapları çıkararak içinde yürünmesi serbest olan travertenlerin sıcak suları soğuğa rağmen rahatça gezip fotoğraf çekme olanağı sağlıyor. İçinde restoran, cafe ve büfelerin yanı sıra oturma alanları bulunan Pamukkale saatlerce dinlenerek gezebileceğiniz yerlerden.
Hierapolis Antik Kenti sınırlarında yer alan ve müzekart sahiplerine ücretsiz giriş imkanı sağlayan Arkeoloji Müzesi M.Ö 4. yy dan kalan eserlerin sergilendiği 3 salondan oluşuyor. Özellikle takı, para, testi gibi hala günlük olarak kullandığımız araç gereçlerin aradan geçen yüzyıllara rağmen aslında pek de değişmediğini görmek bazı şeylerin teknoloji dışında kaldığını gözler önüne seriyor.
Günümüz şartları olmadan binlerce yıl önce yapılan şeyleri görmek oldukça şaşırtıcı olsa da şahsen doğayı daha ilgi çekici bulduğumdan daha fazla müze gezmek yerine teleferikle yaylaya çıkmayı tercih ettik. Metrelerce yükseklikten şehri ve ormanı izleme zevki muhteşem olsa da ürkütücü olduğunu da itiraf etmek zorundayım.
1400 metre rakıma sahip olan Bağbaşı Yaylası’na teleferikle çıkma ücreti 5 lira. Teleferik yolculuğunun ardından 20 dakikada bir kalkan ücretsiz servisler birkaç dakikada yaylaya ulaşımı sağlıyor. Orman ve dağ havasıyla zavallı şehirli ciğerlerimizi doldurduktan sonra gezdiğimiz ahşap evler ise sessiz sakin tatil sevenler için kusursuz bir seçenek sunuyor. Evlerde kalmak yerine çadırı tercih edenlerin de düşünüldüğü Bağbaşı Yaylası içinde restoran ve yöresel lezzetler satılan stantlar da yer alıyor.
Her biri kendi makalesini hak eden adreslerin sonuncusu ise Kaklık Mağarası. Kesif kükürt kokusuyla ilk girişte sersemletse de tarifsiz güzellikteki sarkıt ve havuzlarıyla gelenlere görsel şölen sunuyor. Giriş ücretinin 3 lira olduğu mağaraya şelale halinde giren kaynak suyu yoğun kireçle birleşerek Pamukkale travertenlerine benzer bir yapı oluşturuyor. Mağara çıkışında güneş ışığı alan havuzda ise birçok farklı bitki ve hayvan yaşıyor.
